Martin Eden | Jack London

Medeniyetlerin arka bahçesinde burjuvayla yolu kesişen bir gencin köşeye sıkışmış yalnızlığı üzerine sosyolojik bir romandır. Ek olarak Martin Eden hakikati ve olay örgüsünün varacağı yeri iliklerinize kadar hissedebileceğiniz trajik bir otobiyografi de saklıyor . Üstelik Jack London’ ın kendine dair de ipuçları verdiği bu hikaye 1900′ lerin Kaliforniya’sında geçiyor. Denizcilik yaparak hayatını idame ettiren Martin Sosyeteden Ruth ve ailesi ile tanışır. Ruth 20 li yaşlarından bir genç kızdır. Dönemin eğitim almış ve zengin ailesinin bir ferdidir. Ruth, Martin iki zıt hayata sahiptir. Aile ve camiasında görmediği sert duyguları barındıran Martin ilgisini çekiyor. Ruth sandığınız gibi bir burjuva kadını değil. Henüz kadınlık duygularının farkında dahi olmayan bir genç kız. Martin onda bu duyguların uyanmasını sağlıyor. Bunu fark eden annesi de Martin’i habersizce kızının bu yönünün gelişmesi için evlerine, yemeklerine davet ediyor.

Martin Eden Bilginin Açlığını Yaşıyor  

Ruth’ tan etkilenen Martin onun bilgi düzeyine ulaşmak için eksikliklerini tamamlamaya çalışırken bilginin kölesi olmaya başlıyor. Çok kısa bir sürede burjuvanın okumuş gençliğinden çok daha fazlasını hızlı bir şekilde kavrayarak Ruth’ un ona duyduğu şefkat ile dikkatini çekiyor. Gece gündüz demiyor okuyor, okuyor. O kadar bilgiyle doluyor ki bunu kusması gerekiyor ve yazar olmak istediğini fark ediyor. Günler yıllar geçiyor. Bu sürecin çok basit olmadığını reddedilen yazılarının yığınlarıyla baş başa kaldığında fark ediyor. Ruth aile ideallerine göre düzenli bir iş ve kariyer planında Martin’ i dönüştürmeye çalışıyor. Her şeyden önce Martin özgür bir ruh ve bilgiyle donandıkça daha da özgürleşiyor. Aç susuz kalmasına rağmen iş deneyimleri sonunda direnerek inatla yazıyor.

Dönüm Noktası 

Martin yazılarını dergilere gönderirken bu işte barılı olacağı taahhüdüyle Ruth ile nişanlanıyor. Zaten aradan geçen yıllar ile Ruth artık annesinin oyununa son vermesiyle ve Martine olan inancını kaybederek ayrılıyor. Sonuç olarak Martin bu aralıkta günlerce aç, susuz, sefillik içinde biçare devam ediyor ve zor zamanda kimsenin yanınızda olmadığı zamanlar gibi çile vaktinden geçiyor. Tanıştığı bir şair ona yazılarını dergilere değil, yayıncılara göndermesini tembihliyor ve dergilerden nefret ettiği için hiçbir yere göndermediği şiirini Martin’ e okutuyor. Martin şiirin dehası ile mest oluyor ve hasta arkadaşından bir şekilde izin alarak bir dergiye gönderiyor. Şiir Amerikan şiirleri arasında bir anda adından söz ettiriyor. Her yerde konuşulurken vahşi kalabalık göklere çıkardığı bu şair ve şiiri bir anda yere çalıyor. Üstelik bunlara şahit olan Martin büyük bir buhran içinde düşünce girdabında dolaşıp duruyor. Şiir yayınlanmadan hayatını kaybeden arkadaşı adına, bu vahşeti görmediği için mutluluk duyuyor. 

Hassas Ruhlar

Martin artık dayanacak gücü ve sağlığı kalmadığında uzunca bir hikayesini yayımcılara gönderiyor. Sonuç bir anda yıldızı parlıyor. Martin ele avuca sığmayan bir yazar haline geliyor ve banka hesabı teliflerden kazandığı parayla dolmaya başlıyor. Gazeteler, dergiler Martin’ in peşinde artık. Amerika’ yı aşan ünü refah düzeyini artırıyor. En zor zamanında kapısını açmayan herkesin biriciği oluyor. Ondan sonra Martin bu sonu gelmeyen iki yüzlülük karşısında kafasının içinde şu cümlelerle kalabalık davetler, yemeklerde yer alıyor.

” Neden beni yemeğe davet ediyorlar. O değişmemişti. Eskisi gibi Martin Eden’ dı. Fark yaratan neydi? Yazdıklarının kitap kapaklarının arasında yer alması mıydı? Üstelik onlar öncede yazılmış şeylerdi; o dönemden bu yana yazdığı yeni bir şey yoktu. O zaman bu başarı eskiden kazanılmış bir başarıydı. Onu davet edenler hayali bir değerden ötürü onu davet ediyorlardı.” Martin bu ikircikliği saf ruhuyla anlamlandıramıyordu.

Martin, Ruth’ un da bu yazgı sonucu kendine geri dönmek istemesi üzerine sessiz bir adaya gidiyor.  Ondan sonra Martin düşüncelerinden kurtulamayarak denizin dibine doğru kulaç atmaya başlıyor. Öyle kararlı bir dibe batış ki bu… Üstelik her şeye ulaştığı anda karanlığa dalmakta buluyor çareyi Martin.

Başarısızlıktaki yalnızlık duygusu ile başarılı olmaktaki yalnızlık duygusunu aynı beden deneyimliyor. Üstelik Martin Eden bir roman kahramanı değil. Egemen sınıflara öfke duyan yalnızların çokluğu dayanılmaz bir ağırlık. Bu acımasız dengesizlik bir çok kayıp ruh yaratmaya devam ediyor. Her şeyden önce  bu egemen sınıf bazen bir kişi bile olabiliyor. Benzer şekilde onaylanmak ihtiyacının amaca dönüştüğü yerde başlayan kırılma devasa bir yarığa dönüşüyor. Sonuç olarak parçaladığı tek şey bireyin kendisi oluyor.

Similar Posts

yorum yap

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: